deneme bonusu veren siteler acotr.org https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu veren siteler 2024 youtube mp3 dönüştürücü deneme bonusu veren siteler 2024

GÖZYAŞININ ZİNDANI

Köşe Yazıları Yayın: 22 Ağustos 2012 - Çarşamba - Güncelleme: 22.08.2012 13:30:05
Editör -
Okuma Süresi: 6 dk.
2230 okunma
Google News
Ne yapacağımı bilemiyordum. Yalnızdım. Etraflıca düşünmek istiyordum, etraflıca tiksinç geliyordu düşünceler. Yorganım, yastığım, şiltem bana bakıyordu. Belki de uyumak, belki unutmak her şeyi… Nereye kadar? Uyandığımda her şey yerli yerinde… Gözlerimi açtığım sabahların gözlerimi kapamaya ne kadar yakın olduğunu biliyordum. Ölümü yer yer düşünürdüm, henüz saçlarıma aklar düşmedi. Gençtim, hayallerim vardı benim…  Gerçekle bağlantılı olmadığını geç öğrendim. Sevdiklerime kavuşamadım. Belki elimin altındaydı vefakat yasak meyveydi. Gözlerimde yılların yorgunluğu, alnımda kırışıklıklar belirdi. Güneş battıkça tükeniyordum. Yeni bir güne hasret yoktu bende. Yeni olan şeyler bile ne olabilirdi ki sanki? Sıcak bir yaz günü dışarıya sigara almak için çıktım. Biraz yürüdükten sonra ellerim sıcaktan terliyor, nefesim bademciğimde düğümleniyordu. İleride ışıkları yanan haneler vardı. Her bir ışık bir ailenin mutluluklarıyla aydınlatıyordu caddeyi. Nasıl mutlu olabiliyorlar? Çingeneler, köy hayatı, ekin, hasat, traktör… Bütün bunlar bu insanların dünyadan bihaber küçücük yaşantısıydı; ancak mutlu olabiliyorlardı. Bizse büyük bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorduk; ancak yaşadığımız dünya küçücük mutlulukları bile çok görüyordu bize. Hep kötü mü gördük, pesimizmin uşağı mıyız?  Aklıma Van Gohg’un “buğday tarlası ve kargalar” tablosu geldi. Müntehir ressamın, buğday tarlasını neden fırçaladığını işte bu yorgun gecede anladım, mutluluğu bu karmaşık dünyada bulamadı ve uzaklaştıkça nihayet küçük bir köy tarlasının sararmış buğdaylarında buldu. Mutluluğu ya da nam-ı diğer dünyadan ayrılışı… Son resmi olduğunu söyleyenler var ve kargalar cirit atıyor semada… Sarı şehirde başka, köyde başka… Sarı şehirde bir anlam ifade etmiyor, ettiği anlam ruhsal bir analiz; var olma çabası, hırs, iktidarı temsil eder; güç bir ilah haline gelmiştir çünkü şehirde. Oysa sarı köyde buğdayları hatırlatıyor, o buğdaylar arasında yaşanan masumca duyguları… Dışarı ilişemez onlara… Ancak kötülük siyahtır ve siyah her renge bulaşır ve tıpkı kargalar gibi üşüşür yaşamımıza. Tuvalin rengi beyazdır, niçin? Kirletilmek için mi? Şehirde renklerin anlamı yok…  Çünkü şehirdeki göz kirliliği gözdeki algılama hissiyatını bitirdi. Az görenlerin gözünde mutluluk ışıltıları var. Çünkü kirlenmemiş bir beyne ve temiz bir kalbe sahipler. Onlar bildiklerinin âlimi, biz ise bildiklerimizin ve bilmediklerimizin cahili… Hangisi daha kötü? İşte bu caddede düşünüyordum bunları. Ve caddeler vardı… Bir sigara tutuşturdum ağzıma, savurdum dumanını. Geceye boğdum düşüncelerimi, gündüzün belasını verdim. Ruhumdaki fırtına yıldızları söndüredursun, kaskatı kesildi gece ve mum ışığında kalem, aşk derdiyle hoşem, “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib, kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır.” dizeleri kulübemde yankılanıyordu, sesler geliyordu ve onun kâbusları benim hayallerimdi belki, ne kadar alçakça… Anlamalısın, anlamalısın…

Ayrılık vakti yaklaştığında ağlamaklı oluyor ama ağlayamıyorum, anlamalısın. Gözyaşım başımıza iş açar. Sen gözyaşını zindana atmak nedir bilir misin? Gözlerin mahkûm, gözyaşın mahkûm… Hangi gardiyana dert yansam? Gardiyan seçmek özgürlük vermez mahkûma. Çünkü gardiyanlar bile gözyaşına değil, gözyaşının ederine bakar bu dünyada…   Dört tekere attığın her adım hayallerimi çiğneyip, gözyaşlarımı zindana attı. Ayrılalı saniyeler geçmiyor ama ruhum sanki yılların azabını yüklenmiş gibi. Ardıma bakmadan gidiyorum çoğu kez, çünkü ardıma baktığımda vuslata duyduğum hasret beni zaptedilemez bir öfkeye boğuyor. Tahammül edemiyorum, basitçe bir kıskançlık sardı şuurumu. Ben varken bahsetme onlardan, anlamalısın. Yaşamamı istiyor musun? Ne yapmalıyım söyle bana? Sükût, içimdeki fırtınalı deryada bir kayık… Zor gücele gidiyor, pusula denize düştü. Nereye gideceğim? Hangi limanda demirlesem sen varsın. Tebdil-i mekânda ferahlık yok bana. Yalnızım ve başkalarını mutlu edemez bu, beni mutlu ettiği kadar. Bana seni unutturacak kitaplarım var sanırdım, içinde sen olmayan, hani yaklaşıldığında küçülen, basitleşen insanlar gibi değil; bilakis yaklaştıkça büyüten aynalar gibi… Her bir satırda her bir kelimede elindeki satırla çıkageldin, parçaladın kalbimi, paramparça, anlamalısın… Gözyaşım zindanda damlıyor kitaplara, bulanık görüyorum artık, gözyaşımı göremez oldum. Gözlerinin altındaki morluklardan öpmek istiyorum. Gözlerin kuş üzümü gibi... Anlıyor musun beni?  Anla beni. Sen diğerlerinden farklısın. Düşünceli bir insan; ancak karşısındakini gereğinden fazla düşündüğü için acı çeken… Ellerin titriyordu, kötü olamıyorsun. Fıtratın iyiye meyyal… Ya da şöyle düşünüyorum; iyi bir insan değilsin, ne fark eder ki?  Çoğu kere titreyen ellerini avucumun içine alıp teselli etmek istedim. Ama yapamazdım, yapamadım. Çünkü benim ellerim çaresizlikten her zaman titriyor ve seninkileri tutamayacak kadar aciz; ancak hayallerimi gerçekleştirebilecek kadar güçlüdür belki. Kaleme sarıldı bu eller şimdilik, senin yerine ve kalem bir gün içindeki mürekkebi kusacak, kusacak her şeye rağmen…


Tunahan Dağaşan
#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.